ben ağlarken

29 Ocak 2012 Pazar

DURUM BİLGİSİ

dakikalardır bembeyaz sayfaya bakıyorum ve tek bir harf dahi yazamadım. sayfayı kirletmekten korkar bir halim var. lanet olsun! resim yaparken de böyleydim. hocamın “haydi ensueno daha cesur çizgiler” söylemini ara ara duyar gibiyim.bir sonraki diyeceklerimin ne olduğunu bilmediğim beynimin verdiği anlık komutlarla hareket ederken, sadece yazmak yazmak ve tüm ağırlığımı şuracıkta bırakmak adına yaptığım bu eylemde, birbirinden bağımsız cümlelere rastlama ihtimaline karşı sizi uyarmalıyım!

alzaymır hastası bir dede uyuşan koluna yabancılaşır:
“sen kimsin? Siktir git!”
“siktir git!”
o an elinde bir bıçak olsa kendine yabancı olan bu organıyla bir anda tüm bağını kopartacak.
Hasta bir beynin bunu yapması olağandır. oysa biz aklımız tamamıyla yerinde olduğunu düşünürken en yakınımıza yabancılaşarak siktiri çekebiliyoruz. Ne fena!

bana adımı sorun çırılçıplak soyunayım her halimi.
gizemi ailecek severiz değil mi? bundan olsa gerek bir bir sıkılmalarınız.

hayatımı duymayı istediğiniz şeyleri size söyleyerek geçirdim. “saçların çok güzel olmuş”
“ah kilo vermişsin”
“öyle deme her şey çok güzel olacak”
“düzelecek”
yüzünüze boktan bir yaşamınız olduğunu ya da çok çirkin olduğunuzu söylesem etrafımda tek bir tane dahi insan kalmayacağını biliyorum. ne kadar yalnız olmaktan korkuyorsam siz de gerçekleri duymaktan o kadar korkuyorsunuz.Evet bir korkağız
senaryodaki iyi insan rolünü kapmış bulunuyorum ve bunu büyük bir ustalıkla oynuyorum.
şişşt ensueno kendine gel küfretme ağzına biber sürerim senin! ahah

haydi ensueno biraz daha cesur çizgiler

hiçbir sevgilimi kıskanmadım. bir hastalık belirtisi gibi gelmiştir bana. oysa onlar kıskanılmayı istedi, her şeyden çok onları sevmemi. hiçbirine aşığım diyemedim. Sanki bir kere söylenirse tükenir bir daha kullanılmaz gibi gelirdi.
aşık da olmuşum hani öyle söyledi biri.
"kim?" diye sorarsanız mühim değil sahnemizde yer almıyor şu an kendisi.

“ah ensueno çok güzelsin”
“lütfen bunun için elimi öpmeyiniz!”
ille de istiyorsanız gidip annemin ayaklarını öpebilirsiniz.bu onun yaşamını tasvip ettiğim manasına gelmez. aksine hiçbir kadın onun gibi yaşamamalı! ben annem olsam “boşardım kocayı” desem de bilirim kolay değildir kötü de olsa alışkanlıklarımızın dışına çıkıp ucunu bucağını bilmediğimiz bir hayata atılmak üstelik bir kabuğun içinde hapissen.

evlilik düşünmedim, çocuk istemedim, düzenli bir işe hiç yeltenmedim.kimsenin tavuğuna kış demedim,kimseden gitmedim(biri var ki onu es geçiyorum)... iki kitap okudum hayatım mı değişti?hayır. niye okudum lan o zaman? bilmiyorum

4 Aralık 2010 Cumartesi

skhizein-jeremy clapin



"Bir varmış bir yokmuş adamın birinin evinin üstünden bir meteor geçmiş,bir varmış adam kendinden 91 cm. uzaktaymış,bir yokmuş sonra yerin 75 cm. yerin dibine girmiş."
efenim yine bir kısa animasyon filmi için buraya gelmiş bulundum. 2008 yapımı bol ödüllü bir fransız filmi olan skhizein eski yunancada "bölünmüş, parçalanmış" anlamına gelmekteymiş. jeremy clapin 13 dakikalık bu süre içinde izleyeni dumur etmeyi başarıyor. (yani misal izledikten sonraki 10 dakika sadece "vay anasını" vay be" gibi tekrarlardan başka hiçbir şey diyemez hale gelmek...bir de trier'in antichrist filminde böyle olmuştum) neyse lafı uzatıp daha da saçmalamanın manası yok yoruma hiç gerek yok film öncesi yorum okunmamalı derim zaten. ha unutmadan bu linkten izleyebilirsiniz

24 Ekim 2010 Pazar

hayat bir sigara gibidir dibine kadar için

"kimileri önemli doğar, kimileri önem kazanır
kimileriyse önemli işler yaparak öne geçerler... ve bir de diğerleri vardır "

adam elliot dan muhteşem bir stopmotion.
harvie krumpet
http://www.vimeo.com/16057103

ps: bu filmi sevenler yine adam elliot ın mary and max filmini muhakkak izlesin

2 Haziran 2009 Salı

mevsimlerden dolunaydı. yelkovan akrebe küstü. akrep geceyi rakıyla dövdü. işte o vakit zaman öldü.

uykusuz geçen bir gecenin ardından çapaklanmış gözlerimi zar zor açıyordum.
hafifçe aralamaya çalışırken gördüğüm rüyayı hatırlamaya çalıştım. belki de ortada rüya falan yoktu bilmiyorum. birden gözüm komodinin üzerinde duran kırmızı kaplı kitaba ilişti. daha önce hiç görmediğime emindim bu kitabı. öyleyse benim odamda ve üstelik başımın ucunda ne işi vardı? üzerinde "sarı çizginin sonrası" yazıyordu. bu da ne demekti şimdi? kalkıp giyinmeliydim. aklımı çıkartıp kırmızı kaplı kitapta bıraktım. aklım bana baktı "biraz düşün sen geliyorum" dedim.

metro istasyonuna vardığımda bir sonraki aracı beklerken büyük bir heyecanla kitaba göz gezdirmeye başladım. "ne düşündüğüne dikkat et!" dedi kitap. "ne zırvalıyorsun" dedim kitaba. "bu hikayeleri sen yaratıyorsun oyuncu da senarist de sensin"

dolunaydı.. bir kadın ve bir adam sevişiyorlardı. "sana aşığım" diyordu kadın. dolunayın önüne bir bulut geçiyordu. dolunay bulutu itekliyor ve seyre devam ediyordu. adam bir gidip bir geliyordu. kadının içine nehirler akıyordu. gözlerim cümleler arasında bir gidip bir geliyordu.

omuzuma dokunan bir elle kendime geldim ya da geldiğimi sandım. "size söylüyorum hanımefendi sarı çizgiyi geçmeyin lütfen!" - artık çok geç! beni ilk sinema biletimi aldığım vakit uyarmalıydınız.. kendimi ilk öldürdüğüm ve yeniden doğurduğumda, ilk dolunaya çıkışımda apış aramdaki kanı beyaz çarşafa içirdiğimde... beni ilk rüyamdan uyandırmalıydınız. sizi dinlememem çok yüksek bir ihtimaldi. hiç söz dinleyen uslu bir çocuk olmadım zira. yine de denemeliydiniz - " siz iyi misiniz bayan? burada mısınız?"
"şey... afedersiniz dalmışım"

tıka basa doluydu metro. arkadan birinin iteklemesi ve bir diğerinin içeriden çekmesiyle sığabilmişti bedenim. kabus gibiydi her şey. hep bir ağızdan konuşmaya başladı uzuvlarım "susun artık!" dedi gözlerim ve sustular. ben sustum.. koca kalabalık sustu.. tek konuşan iğrenç ter kokusuydu. nerede kalmıştık? evet dolunaydı.. bir kadın ve bir adam sevişiyordu. adam bir gidip bir geliyordu. kadının içine ırmaklar akıyordu.. ortalık ter kokuyordu. gözlerim hala cümleler arasında mastürbasyon yapıyordu. altımızdan mavi bir balık geçiyordu. yıldız balığı öpüyordu. koca bir şelale gürül gürül akıyordu. üzerinde kırmızı bir balon uçuyordu. balon dolunayı kaçırıyordu. az ileride iki yıldızın düğünü oluyordu.. gözümün önünden babam geçiyordu. bir bıçak kendini bana emanet ediyordu.. fallus hadım ediliyordu.. bu hikaye nereye gidiyordu? ben neredeydim ve nereye uçuyordum? "fantezilerin kabusa dönüşebilir" dedi kitap. "yine ne söyleniyorsun" dedim kitaba. "fantezilerin diyorum kabusa dönüşebilir ve sonunda ya sen onu öldürürsün ya da o seni".. "kes" dedim kapattım kitabı.

taksim meydanı na vardığımda beynim hala bir gidip bir geliyordu. solda bacakları olmayan yaşlı bir adam para istiyordu.. bir kadın acımasızca dövülüyordu.. midye satan bir çocuk takım elbiseli adamlar tarafından sürüyerek siyah bir arabaya bindiriliyordu.. üzeri gazete kağıtlarıyla örtülmüş bir adam sokakta boylu boyunca yatıyordu.. gazete bir tecavüz vakasından bahsediyordu. sokaklar küf kokuyordu..avuçlarım kanıyordu.. her nefes alışımda ölüyordum. tüm vücudum ağlıyordu. gözlerimden koca bir hayat, aklımdan hazin intiharlar geçiyordu.. dua edecek bir tanrı aradım.. taşın altında, arabanın arkasında, gökyüzünde... bulutlara sordum görmemişler. kitaba baktım..kitap bana baktı..

karanlıktı. babam kanlar içinde üzerime yürüyor beni öldürmeyi istiyordu.. elim kırmızı kitabı arıyordu. okumaya başlarken bir uçurumdan düşüyordum ya da bile bile atıyordum kendimi.. irkilerek uyandığım kabus gecelerce devam etti. "öldürmeliyim" dedim. "sen seni öldürmeden önce, sen seni öldürmelisin" dedi kitap. "kafamı kurcalamayı bırak" dedim kitaba. bıraktı kitap kendini kollarıma. son sayfadan devam etmeli ve bitirmeliydim. şelale gürül gürül akıyordu. altımdan mavi bir balık geçiyordu.. dolunay bana bakıyordu.. adam bir gidip bir geliyordu."sana aşığım" diyordum. içime nehirler akıyordu kalbim yerinden fırlıyor dolunaya ulaşıyordu. bir sigara yakıyorduk.. adam giyiniyordu.. ben ölüyordum.. o gidiyordu.. ben yine ölüyorum..

kitabı kapattığımda sabah oluyordu. güneş yüzünü göstermeye başlıyordu. bir ateş yakıyordum..kitabı ateşe atıyordum.. kitap yanıyordu.. kalbim kitabın içinde cayır cayır yanıyordu.. ve ben bir sigara daha yakıyordum

26 Nisan 2009 Pazar

kapalı gişe

siz bende hep üstü kapalı geçişleri sevdiniz
beni, satır arası boşluklara sığdırırken
ben, devrik cümlelerinize ağlıyordum
evet sizden korkuyorum
çünkü çoktunuz
ve gün geçtikçe büyüyordunuz
ben ise hala aynı yerde
uslanmaz bir çocuk gibi
eski film karelerini bekler halde

kayıp kırmızı

"konuş!" dedi deniz
"zamanı gösteren sayılarla sınırlıyız kelimelerle değil"
"oysa benim geldiğim yerde kelimelerden insanlar ölürdü"

olmayacak şeyler değildi düşlediğimiz.
hayat, bir takım mecburiyetleri üzerimizde bir leke gibi bırakıp kaçıyor
ve biz parmaklarımız parçalanırcasına çitileyerek çıkartmaya çabalıyoruz..
bu meşguliyet içinde gömülmüş giderken zamanın son tik taklarıyla irkilerek farkına varıyoruz ki
hiç yol almamışız..
..........

.......

günah mıydı ki sevişmek hep gecelere sığınırız?
geç kalmış bir günahkardık biz o vakit
gecenin örtüsü yırtılmıştı ve gün yakalamıştı iki bedeni çırılçıplak.
“karar” dedi rüzgar ve sürdü beni en kuytu yalnızlıklara

"kırmızı elmayı ısırdığım için cennetten kovulmalı mıyım?"
diye bağırdım kulağına
tüm uzuvlarım ağlardı bu denli sağır ve hoyrat oluşuna

sustum.
aslında çok konuştuğunu sanan bir suskundum

........

öldüğünden bihaber diğer odadaki yabancı!
kaç kurşunla bizi hedef aldın parçalandık
parçalandın...
gözlerimiz kapalı zoraki gülmseme ile
yüzleşmeye cesaret edemeyen,
dört duvar içinde birbirinden habersiz kayıp ruhlardık...

isimsiz yaşamlar

ayna karşısında uzunca bir süre kendini izledi. yansımasına acıyarak bakıyordu.
"beş yıl öneki ben ne de güçlü ve yenilmezdi. ya şimdi?"
elini morarmış sol gözünde gezdirdi ve ardından yatak odasına doğru yöneldi. yatakta uyumakta olan adamı sanki birazdan öldüreceği kurbanıymış gibi izliyordu. gece bu lanet adamın üzerinde tepinmesine izin vermişti. midesi bulandı o an. kusmak geliyordu içinden. eli tekrardan mor gözünü okşadı ve büyük bir tiksinti ile dürttü adamı
"kalk! kahvaltı hazır"
evdeki sessizlik öyle büyüktü ki birbirlerinin yemek yerken çıkarttığı seslerden rahatsız oluyorlardı.

her gün olduğu gibi sükuneti bir anlıkta olsa çarpılan kapı bozmuştu. kadının beyninde bu ses büyüdü.. büyüdü.. büyüdü ve bir anda sıçrattı yerinden.
"bugün farklı bir gün olacak"

ufak bir valiz hazırlayıp masanın üzerine küçük bir de not bıraktı " "

son bir defa daha geriye bakıp yavaşça kapattı kapıyı.

güneş en tepede sıcaklığıyla kavurmaya başlıyor ve bir kez daha hissettiriyodu varlığını canlılara.haftalardan sonra ilk kez dışarı çıkıyor ve bir bankta oturarak denizin kokusuna duyduğu özlemi gideriyordu.

yanındaki adam sigara uzattığı an farketmişti yalnız olmadığını. ardından büyük sükunet içinde verilen intihar nefesleri duyuluyordu.

" sonunda başardın demek"
"bana güç verdin"
"ama ben olmayandım"
"evet hala bir bedene sığamadın"
"belki de sen sığdıramadın"
..............

"hadi birer kahve içelim"
"olur içelim"

kadın birer kahve söyledi.

"yine bana masal anlat"
"pekala
bir zamanlar........"
adam kadına masal anlatmaya koyuldu. kadın kendini çocuk gibi hissediyor ve mest olmuşçasına dinliyordu.

hikaye bu kadından yavaşça uzaklaşıyor ve kendine yeni bir baş kahraman arıyordu. o sırada garson kız kendi kendine konuşup gülen ve fazladan bir kahve söyleyip karşısında soğumaya bırakan bu kadını hayretler içinde izliyordu.